SİYAH E-DERGİ – SESİMİZ OL PLATFORMU KÖŞESİ ECE EBRAR SÖZKESEN RÖPORTAJI

Bağımsız sanat üreticilerinin kültür-sanat ekosisteminde görünürlüğünü güçlendirmek ve alan bulmalarını kolaylaştırmak amacıyla Kültürakt tarafından tasarlanan bir dayanışma projesi olan Sesimiz Ol Platformu ve SİYAH e-Dergi iş birliğiyle, Sesimiz Ol Platformu sanatçılarından sevgili Ece Ebrar Sözkesen, Leyli Sanat Derneği üyelerinden Aysel Nazlı Çomu’nun sorularını yanıtladı. Ece’nin eserlerini daha yakından incelemek için buradan instagram hesabına erişebilirsiniz.

Nazlı: Sevgili Ece, SİYAH e-Dergi okurları için kısaca kendinden bahseder misin? Sesimiz Ol Platformu projesiyle yollarınız nasıl kesişti?

Ece: Merhaba, Sesimiz Ol platformuyla iki yıl önce kurduğumuz sanat inisiyatifi Yer Community sayesinde sanata destek verirken, ortak amaçlarımız doğrultusunda tanışma fırsatı bulduk. 1998’de Denizli’de doğdum. Kalem, kâğıt ve boyayla çoğumuz gibi çocukluğumda tanıştım. O zamandan bu zamana aramız açılsa da kopmadık. Liseyi güzel sanatlar lisesinde okudum ve sonrasında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım bölümünü bitirdim. 2018’de, az sonra üzerine konuşacağımızı tahmin ettiğim sürreal tablolar üretmeye başladım. 3-4 senedir iletişim ve reklamcılık sektöründe art director olarak çalışmaktayım.

Nazlı: 2022 yılında üç sanatçı arkadaşınla birlikte kurmuş olduğun Ye’r Community isimli bir topluluk var. İki yıldır aktif olarak faaliyet gösteren bu toplulukta koordinatörlük, proje tasarımcılığı ve yazarlığı, sosyal medya içerik yazarlığı ve üretimi gibi birçok sorumluluk üstlendin. Kısa bir süre önce farklı yollar keşfetmek adına toplulukla yollarını ayırdığını biliyorum. Fakat yine de değinmeden geçemeyeceğim. O kadar güzel işler yapmışsınız ki! Okurlarımız için, Ye’r Community nasıl kuruldu, bu iki yıllık süreçte en içine sinen faaliyet hangisiydi, biraz anlatmak ister misin?

Ece: Yer Community’yi üç arkadaşımla birlikte kurduk. Amacımız, farklı disiplinlerden gelen genç ve profesyonel kültür sanat çalışanları ile sanatçılara, kendilerini bağımsızca ifade edebilecekleri ve verimli bir şekilde senkronize çalışabilecekleri bir sanat ekosistemi yaratmaktı. Bildiğiniz gibi, bu topraklarda ne sanat ne ifade özgürlüğü ne de yaratıcılık kolayca kendine yer bulabiliyor. Sanatın güçlü eğilimlerle var olduğu, ancak bir o kadar da baskılandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu koşullar altında alternatif olmayı amaçladık ve bir araya gelip neler başarabileceğimizi görmek istedik. Bugüne kadar birçok insanın emeğinin geçtiği her iş, başarılı ya da başarısız olsun, zaten değerli ve güzel. Fakat en içime sinen projemiz ikinci sergimiz ve benim son sergim olan Vallus Sergi. Hem 2. olması bakımından bir tık daha tecrübenin arttığı, konusu ve organizasyonun tasarımı itibariyle bolca riskin alındığı bir sergiydi. Konumuz sansürdü. İnisiyatifin büyüklüğüne oranla aslında kocaman bir ekiple beraber olunca, zor ama güzel bir şey ortaya çıktı. Bolca mücadelenin olduğu ve bu mücadelelere değdiğini düşündüğüm çok ses getiren bir sergiydi. Açılmasıyla da kapanmasıyla da… Serginin muhtar yemeği verileceği gerekçesiyle kapatılması aslında yaptığımız şeyin devam etmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Nazlı: Vallus Sergi! Geçtiğimiz nisan ayında Eskişehir’de, Türkiye’nin farklı şehirlerinden 38 sanatçının katılımıyla gerçekleşti ve Ye’r Community imzası taşıyordu. AB Sivil Düşün Kuluçka Programı desteğiyle bu serginin hayat bulduğunu biliyoruz. Aslında serginin açılışı filmin sonu oluyor sanırım. En başından beri, hem projenin içerik metnini oluşturmuş hem de Ye’r Community kurucularından biri olarak tüm bu süreci ele alacak olursan, nasıl bir deneyimdi, biraz bahsedebilir misin? Sana neler kattı?

Ece: Vallus, Eskişehir II. Hangar’da geçtiğimiz nisan ayında açıldı. Bu süreçte çok şey öğrendim. Böyle organizasyonların başında olmak, adeta bir İsviçre çakısı gibi ya da bir ahtapot gibi çok yönlü olmayı gerektiriyor. Organizasyonun parçası olan birçok iş alanını doğru kişilerle doldurmanız gerekiyor; eğer dolduramıyorsanız, işi siz alıyorsunuz. Sergi boyunca metin yazarlığı, insan kaynakları, koordinasyon, sanat yönetmenliği ve topluluk yönetimi gibi birçok alanda kendimi geliştirme fırsatı buldum ve bunları minimum kaynakla başarmaya çalıştık. Serginin açılışına gelen yüzlerce sanat meraklısının olması, bu işe devam etme konusunda bize güç verdi. Ekibimizin bir kısmı İstanbul’dandı ve sanatçılarımız 29 farklı şehirden katıldılar. Eskişehir’deki bu ilgiden hepimiz memnun kaldık. En harika olan şeylerden biri ise bu kadar genç ve nitelikli insanın, arı gibi çalışarak ve altını çizmeliyim, kâr amacı gütmeden bunu gerçekleştirmesiydi. Bu sergi için 8 aylık eğitim sürecinin ardından 4 ay boyunca her dinamik üzerine çalıştık. Genç profesyoneller işlerini hakkıyla yaptılar. Emeği geçen herkesi buradan tebrik etmek isterim. Doğru insanlarla çalıştığınızda, her şey harika bir deneyime dönüşüyor!

Ötenazi, 15x15, Akrilik

Nazlı: Bir konuşmanda ‘‘2018 yılında plastik sanatlardaki profesyonel sanat kariyerimin başlamasıyla beraber sürreal biçimlerde tablolar üretmeye başladım. Bu tablolar depresif geçirdiğim dönemlere ayna tutarken, güçlü duygularımın konuşkan birer sembolüne dönüştü. Her tabloma birer şiir de yazarım, bu oradaki duygu yoğunluğunu içine çeken dramatik sürrealizmi yoğunlaştırır.’’ diyorsun. Bu gerçekten çok etkileyici. Eserlerine bakarken dakikalarca içinde geziniyorum ve her seferinde farklı bir yola giriyorum sanki, bence hipnotik etkili eserler üretiyorsun. Bir de eserlerin için şiirler yazıyorsun. Doğrusunu söylemek gerekirse Ötenazi’ye hâlâ her baktığımda beni alıp başka bir yere götürüyor. Senin ağzından duymayı çok isterim, Ötenazi bize neyi anlatıyor?

Ece: Ötenazi, kelime anlamıyla ‘‘Güzel ölüm’’ demektir ve aslında gönüllü intiharı ifade eder. Burada kelime anlamına odaklanmak, resmi çözümlemeye yardımcı olacaktır. O dönemde ağır bir depresyon geçiriyordum ve birçok zihinsel takıntıyla uğraşıyordum. Tüm bunların absürtlüğünün farkındaydım ve hissettiğim duyguların gerçekliğini sürekli sorgulamam gerekiyordu. Sanki tüm duyguları uçlarda yaşıyordum. Değiştiğimi hissediyordum ama bu bilinçli bir değişim değildi. Bana kalırsa depresyon, yapımların başlangıcı ve çok büyük bir yıkımın habercisidir. O dönemde değişiyordum; hayatla ilgili kabul etmem gereken çirkin gerçekleri sindirmeye çalışırken hiçbir şeyin sandığım kadar masum olmadığını fark ettiğimde, elbette kan kaybettim. Kendimden birkaç parçamı geride bırakmıştım. Bilinçli olarak eski, çocuksu benliğime ötenazi yapmam gerekti. Kafasını kesip kafama geçirdiğim kesik domuz kafası, hayattaki küçük çemberimde kötülüklere karşı duracağımı ve geldiği yeri keseceğimi anlatıyor. Resimdeki bacakları açık ve biraz maskülen oturan kadın vücudu, cüretkârlığıyla bu gerçek karşı duruşu temsil ederken, mısır tarlalarından gelen hayaletler anksiyete, takıntı ve şüphecilik gibi ruh hallerimi tasvir ediyor. Çitlerden geçmelerini istemiyorum. Amacım, kafama geçirdiğim domuz kafasının (cüretimin ve cesaretimin) onları korkutması. Gökyüzü ne mavi ne sabah ne de akşam, çünkü hikaye benim dünyamda geçiyor, dünyada değil. Sağ taraftaki et parçası, benden gidenleri ve kadındaki (ben) domuz toynağı, insan olmam sebebiyle kötü tarafımı unutmamam gerektiğini söylüyor.

Nazlı: Akrilik çalışmalarına göz atarken dikkatimi çeken bir şey oldu. Eserlerinde sıkça sarı tonları görüyorum. Ben Küçükken Sarışınmışım ve Didim’de Gün Batımı adlı eserlerinde bu sarı tonlarıyla birlikte figürlerin kafasındaki arıya benzer şekillerin özel bir anlamı veya sembolik bir mesajı var mı?

Ece: Sarı, bize en çok güneşi çağrıştırır. Arıyı, poleni, dolayısıyla üretimi, yaratımı, hayatı… Arıları çiziyorum çünkü kendimle bağdaştırdığım çok özel hayvanlar. Üreticiler, senkronize çalışırlar, topluca üretimde başarılıdırlar ve yarattıkları ellerinden alındığında çok kızgın olurlar. Kurnaz bir insan ya da zorba bir ayı tarafından… Bu yüzden onları çiziyorum ve genelde kızgınlar.

Ben Küçükken Sarışınmışım, 15x20, Akrilik
Didim’de Gün Batımı, 20x25, Akrilik
Teşhir, Narsizm ve Hiççilik, 20x25, Akrilik

Ece: Sarı, bize en çok güneşi çağrıştırır. Arıyı, poleni, dolayısıyla üretimi, yaratımı, hayatı… Arıları çiziyorum çünkü kendimle bağdaştırdığım çok özel hayvanlar. Üreticiler, senkronize çalışırlar, topluca üretimde başarılıdırlar ve yarattıkları ellerinden alındığında çok kızgın olurlar. Kurnaz bir insan ya da zorba bir ayı tarafından… Bu yüzden onları çiziyorum ve genelde kızgınlar.

Nazlı: Teşhir, Narsizm ve Hiççilik adlı eserinde yine sarı tonları dikkatimi çekti ve her yerde gözler var. Bu da yetmezmiş gibi bir de güvenlik kameraları var. Sarı mumyalı bir insan, bir eliyle diğer elini mi koparıp yiyor? Ve bir yazı görüyorum, ‘‘Dikizleme kültürü bir reality şovdur’’ mu?

Ece: Çağımız insanlarının teşhircilik, narsizm ve nihilizm durumunu anlatmaya ve eleştirmeye çalışıyorum. Her yerde gözler ve kameralar var çünkü biz, izleme kültüründen dikizleme kültürüne doğru devrildik. Sosyal medya, dünyanın çoğu zaman gerçekçi olmayan bir kısmını istediğimiz gibi yansıttığımız bir reality show’a dönüştü. Çoğu zaman birbirimizi alkışlamak, sevmek, paylaşmak için bakmıyoruz, amacımız yalnızca izlemek, yarattığımız avatarlarda tatmin bulmak veya toplumsal olaylara bön bön bakmak. Figürün elini kesmesi, el emeği, zanaat ve sanatın, sadece popülarist izleme deneyimine odaklı üretildiğinde, insanlığın kaybettiği yaratıcılığı ve bunu göz göre göre yapmasını anlatıyor.

Nazlı: Depresyon en ben eserin! En azından gördüklerim arasından öyle olduğunu söyleyebilirim. Sık sık depresyona giren ve bazen bunu ancak o depresyondan çıktıktan sonra fark edebilen biri olarak tuvalette uzun süre vakit geçirmeyi seviyorum. Sen nasıl bir ruh hâlindeyken ya da nasıl bir ruh hâlinden çıktıktan sonra böyle bir eser ortaya çıkardın?

Depresyon, 20x25, Akrilik

Ece: Depresyon tablosu, depresyonumu anlatıyor. Yine aynı depresyon döneminde evdeydim ve günlerdir dışarı çıkmıyordum. Banyodaydım ve yaşadığım bulutlu düşünceler ve duyguların yoğunluğuyla ağlamaya başladım. Klozetin üzerinde saatlerce ağladım. Bu tablo o sırada ortaya çıktı. Karnımdan çıkan eller, depresyonumun bende yarattığı düşünceleri simgelerken, gölgede bu ellerin görülmemesi onların gerçek olmadığını anlatıyor. Ampul, yani ışık ve aydınlık arkamda, o tarafa dönük değilim çünkü karanlık hissediyorum. Klozetten çıkan ayçiçekleri, çocukluğumda çok sevdiğim Van Gogh’a bir atıf. Güzel olduğuna inandığım şeyler yanlış yerde, aşağılık ve kötü kokan, olmak istemeyecekleri bir yerde bulunuyorlar. Kırmızı saçlarım var çünkü bu dönemdeki hâlimi bu saç rengiyle temsil ediyorum. İçimdeki hüznün ortaya çıkardığı öfkeyi anlatıyor.

Nazlı: Ece seni tanıdığıma gerçekten çok mutlu oldum. Bu gözlere böyle heyecan verici tatlar yaşattığın için ve bu keyifli sohbet için sana çok teşekkür ederim. Son olarak okurlarımıza söylemek istediğin bir şey var mı?

Ece: Tutkuyla sevdiğimiz güzel işleri, rağmenlere rağmen ve hiçbir amacı olmaksızın yine de yapmalıyız. Herkese selamlar ve sevgiler!

Previous Leyli Sanat Derneği Sinema Kulübü: “12 Öfkeli Adam” Film İncelemesi Etkinliğimizi Gerçekleştirdik!

Biz Kimiz?

2018’den bu yana sanatta ifade özgürlüğü hak temelli faaliyet gösteren Leyli Sanat Derneği, edebiyat alanındaki çalışmalarını güçlendirerek hem sivil toplum alanına hem de sanat dünyasına nitelikli, çeşitli ve kapsayıcı içeriklerini sunmak için SİYAH E-Dergi Projesi’ni yürütüyor.

İletişim Bilgilerimiz

© 2024 Leyli Sanat Derneği, Tüm hakları saklıdır.