“Eğitim-Sen’in kadın çalışmalarında görev alan Simge Yardım, bu sayımızda STK köşemize konuk oluyor. Kendisi ile kadın, kadın hakları ve kadın cinayetleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu defa söyleşi sorularını, Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki kadınlar hazırladı. Onlar sordu ve Simge Yardım sizler için cevapladı…”
Bizlere EĞİTİM SEN ve EĞİTİM SEN’deki kadın hareketinden bahseder misiniz?
Eğitim Sen kurulduğu günden bu yana kadın mücadelesini temel mücadele alanlarından biri olarak görmüş ve bu konuda da çalışmalar yürütmüş bir sendikadır. Hem sendikal mücadelede hem de toplumsal yaşamın her alanında eşitlik ve özgürlük mücadelesini esas almıştır. Sendika içerisinde cinsiyet eşitliğini esas alan tüzüksel değişiklikler için mücadele edilmiştir. 2000 yılında kadın sekreterliğinin oluşturulması, kadın kurultayları, kampanyalar, eğitimler, kadın meclislerinin oluşturulması gibi çalışmalar ile kadın mücadelesi her zaman aktif olarak yürütülmüş ve bugün de aynı kararlılıkla sürdürülmektedir.
Türkiye toplumunda, çalışan kadınların ev işlerini de tek başlarına sırtladıklarını görüyoruz. Bu biz kadınlara adil gelmiyor, fakat bu sistemi kabullenen çok insan var. Aksi söylendiği zaman bunun çok normal olduğunu söylüyorlar. Bu kabul gören sistemi değiştirmek için ne yapmak gerekiyor?
Yaşamın her alanında cinsiyet eşitsizlikleri, kadınların emeğine dönük saldırılar beş bin yıldır süregelen ve her dönemde kendini yeniden üreten bir anlayış. Özellikle ev içi emek tartışmaları da bu süreçten bağımsız değil. Bugün özellikle iktidarların çok daha fazla kadınları kamusal alan dışına çıkarma ve ev içi ile tanımlama anlayışının derinleştiğini görüyoruz. Elbette bir kabul süreci de var. Ancak bu kabul sürecini beş bin yıllık kadınlık ve erkeklik inşasında bağımsız görmemek gerekiyor. Binlerce yıldır kadınlara geleneksel cinsiyet rolleri öğretiliyor. Dolayısıyla yaşamın her alanında bir zihniyet dönüşümüne ve itiraza ihtiyaç var. Ataerkil kapitalist toplum inşasına karşı eşit ve özgür toplum inşasını hedeflemek gerekiyor.
Kadın cinayetlerinde, kanunlar korunmak için değil midir? Kanunlar neden yetersiz kalıyor? Ceza almaları için ne yapmalı? Olaylar yaşanmadan önce önlem almayı başarabilecek miyiz?
Kanunların nasıl, hangi anlayışla hazırlandığını sorgulamak gerekiyor. Her gün kadın düşmanı politikaları sürdüren ülkelerde elbette kanunlar da kadınlar aleyhine hazırlanıyor. Ya da var olan koruyucu-önleyici yasalar uygulanmıyor. Dolayısıyla cezasızlık politikaları daha fazla kadın cinayeti, şiddet, taciz, tecavüz anlamına geliyor. Öncelikle var olan yasaların etkin uygulanması gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi önleyici mekanizmalar açısından devletlere önemli sorumluluklar yüklüyordu ki imzalandığı zamandan fesih kararına kadarki hiçbir zamanda da uygulanmadı. Kadın düşmanı politikalara son verilmesi, eşit ve özgür bir toplum inşa edilmesi gerekiyor. Ve elbette İstanbul Sözleşmesi’nin feshi iptal edilerek sözleşmenin etkin uygulanması gerekiyor. 6284’ün etkin uygulanması sağlanmalı.
Kadın olarak değil, insan olarak ne zaman kabul göreceğiz? Bu düzenin değişmesi, ataerkil yapının değişmesi için sizce hangi adımlar atılmalı? Siz bu süreçte desteğinizi nasıl ortaya koyarsınız?
Bugün tüm dünyada kadın mücadelesi çok güçlü. Kadınlar isyanlarını büyütüyor, direnişlerini birbiri ile buluşturuyor. Beş bin yıllık bir ataerkiden bahsediyoruz ancak ataerkiye karşılık binlerce yıllık da bir kadın direnişi var. Bu direnişlerimizi daha fazla büyütmek gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki özgür bir toplum, kadınların özgürlüğü ile mümkün olabilecektir. Yaşamın her alanında dönüşümü sağlamak gerekiyor. Başta da söylediğim gibi EĞİTİM SEN olarak her zaman kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini temel mücadele alanlarımızdan biri olarak gördük. Dolayısıyla ataerkil kapitalist sisteme karşı da kadın örgütleri ile ortak bir mücadeleyi örgütlüyoruz. Tabii toplumsal inşada eğitim politikaları en temel araç. İktidar da eğitim politikaları ile cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor. Kadınlık ve erkekliği eğitim ile inşa ediyor. Bizler de cinsiyet eşitliği ve özgürlüğünü esas alan bir eğitim talebimizi yükseltmeliyiz. En azından kendi öğrencilerimiz ve velilerimizin değişiminde katkı sunmamız mümkün olabilir.
Gün içerisinde çoğu kadının düşünüp, kendine yeni cevaplar aradığı soru: Biz neden insanca yaşlanıp ölmüyoruz, biz nerede hata yaptık? Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu sorgulamalarımız itiraza dönüştürmek gerekiyor. Kadın olmaktan kaynaklı bizlere reva görülene karşı daha fazla dayanışmalıyız. Başımıza gelen her şeyin cinsiyetimizde kaynaklı olmadığını aksine devletler tarafından bizlere dayatılan bir yaşam olduğunu görmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bize dayatılana karşı yaşam hakkımız için mücadele etmek, “vardık, varız, var olacağız” diyerek direnişi büyütmek gerekiyor.
Bir kadın doğdu; babasının kızı oldu, evlendi kocasının karısı oldu, doğurdu çocuklarının annesi oldu. Hayatının hangi zamanında kendisi olacak?
Doğduğumuz andan itibaren bizlere tanımlanan roller ile yaşamaya başlıyoruz ve bu rollerimizin adı değişse de yaşamlarımız hiç değişmiyor. Aslında ne zaman ki kendimiz olacağız o zaman özgürleşeceğiz. Kendi varlığımızla yaşamın içerisinde olduğumuzda toplumlarda özgürleşecek.
Erkeklerin bu kadın düşmanlığının nedeni nedir? Sonuçta onların varoluşlarının sebebi bir kadındır. Kadınlara karşı bu nefret, bu kin nerden geliyor? Bunu yapma ihtiyacını niçin hissediyorlar sizce?
Tarihsel olarak sistemler kendi ideolojik ihtiyaçlarına göre kadınların bedenlerine, emeklerine, yaşamlarına dönük yaklaşımlarını da sistematize ediyorlar. Dolayısıyla bu nefret ve düşmanlık devletlerin öğretisi. Eril iktidarını mikro iktidarlar ile kutsal erkeklik inşası ile sürdürmeyi hedefliyor. Çünkü kadınların eşit ve özgür olduğu bir yaşamda iktidara yer yoktur. Dolayısıyla kadın direnişinden de korkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki toplumu kadınlar özgürleştirecek. Dolayısıyla kadın düşmanlığını temel politika hâline belirleyerek kendi sistemini sürdürüyor iktidarlar.
Bir erkeğin bir kadına uyguladığı hem psikolojik hem de fiziki şiddetin cesaretini nerden alıyor sizce?
Tam olarak ataerkil kapitalist sistemden alıyorlar. Çünkü erkekliğin, şiddetin kutsandığı bir toplumda kadınların her gün şiddete maruz kalması doğal gösteriliyor. Kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran o kadar çok politika var ki. Eğitim, medya, siyaset başta olmak üzere her alanında kadına yönelik şiddetin meşru olduğu öğretiliyor. Aynı zamanda yargı kararları da şiddeti arttırıyor. Çünkü failler cezasızlık politikaları ile adeta ödüllendiriliyor.
Son zamanlarda kadın cinayetlerini bu kadar meşrulaştıran ve normalleştiren şey nedir?
Bir önceki soruda da ifade ettiğim gibi İktidarın politikalarına baktığımızda aslında bu sorunun cevabını bulmak mümkün. Öncelikle cezasızlık politikaları, yasaların uygulanmaması, önleyici- koruyucu mekanizmaların hayata geçirilmemesi.
Mevcut eğitim sistemimizin kadın cinayetleri, şiddet, istismar gibi konularda yerini ve etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğitim sistemi toplum inşasında temel araçlardan biridir. Dolayısıyla çocukluktan itibaren eğitim sisteminin içerisinde yer alan bir birey iktidarın politikalarına göre bir kişilik, davranış gelişimine sahip olacaktır. Mevcut eğitim sistemi ise şiddeti meşrulaştıran, çocuklara geleneksel rolleri empoze eden, erkeklik ve kadınlığı inşa eden bir sistem. Okullarda yaşanan istismar vakaları artmış durumda. Ancak yine faillerin korunması ile cezasızlık buralarda da işliyor. Böylesi bir süreçte eğitim emekçilerine çok büyük sorumluluk düşüyor. Var olan eğitim sistemine ve politikalarına itirazı büyütmemiz gerekiyor.
Kadına şiddetin , cinsiyet ayrımcılığın vs günüzümüz tv dizileriyle normalleştirilmeye çalıştırılıp hayatımıza sokulmaya çalışıldığını düşünüyor musunuz? Bu tür projelerde kadın oyuncuların yer almasını doğru buluyor musunuz?
Medya cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretildiği alanlardan biri ve etki gücü çok yüksek. Medya aracılığıyla kadınlar kabullenmeyi öğreniyor. Erkekler kendilerini yeniden inşa ediyor. Dolayısıyla mevcut diziler ile şiddet de meşrulaşıyor. Kadın oyuncuların da bu türlü projelere itirazı elbette çok önemli. Yani, itirazlarımızı yaşamın her alanında yükselttiğimizde, dayanışmayı büyüttüğümüzde kazanabiliriz.
Ekonomik bağımsızlığın, kadınların şiddetten korunmasında ne kadar önemli bir faktör olduğunu düşünüyorsunuz ve bu konuda hangi adımlar atılmalı?
Pek çok etken gibi ekonomik bağımsızlık da kadınların yaşamlarında oldukça önemli. Bugün iktidar, kadınlara ev içi yaşamı işaret ederken kadınlar daha fazla çalışma yaşamında yer almalı. Şiddeti kabullenmeme konusunda ekonomik bağımsızlık önemli bir etken olmasına rağmen önemli olan zihniyet dönüşümünü sağlamak. Çünkü pek çoğumuz uğradığımız şiddete rağmen yaşamlarımızı değiştirmek konusunda adım atmıyoruz. Yani hem çalışma yaşamının içinde yer almak hem de bizlere dayatılana itiraz etmeyi bilmek, geleneksel rollerden çıkmak gerekiyor.
Toplumdaki dini ve kültürel inançların, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık kapsamında nasıl bir role sahip sizce? Olumsuzsa eğer kültürel ve dini inançlar hakkında çalışmalar yapılarak bu durumu avantaja çevirmek ve kadının yanında duracak bir güç olarak kullanmak mümkün müdür? Bu inançların, kadının güçlenmesi ve haklarının korunması yönünde nasıl dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Esas sorun iktidar tarafından dinin, medyanın, siyasetin, eğitimin araç olarak kullanılması. Cinsiyet rolleri öğretilir. Dolayısıyla kültürden kültüre, toplumdan topluma farklılıklar gösterir. İktidarın ihtiyaçlarına göre şekillenir. Burada esas olan kadınların haklarına dönük saldırılarda cemaatlerin, vakıfların ve diyanetin devreye sokulması. ”Din” ve “kutsal aile” kavramları ile kadına dönük saldırılar meşrulaştırılıyor ve toplumda normalleşmesi için çalışılıyor.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda: Gerçekten bizim mi kendimizi korumamız lazım, yoksa biz ne kadar kendimizi korursak koruyalım bu her türlü bizim ya da bir başkasının başına gelebilecek bir şey mi?
Tabi esas olan eşit ve özgür bir toplum inşasının sağlanması, kadınların yaşamlarına, haklarına, bedenlerine, kimliklerine dönük saldırılardan vazgeçilmesi. Mevcut anlayış devam ettiği sürece de hem iktidara karşı mücadele ederken hem de birbirimizle dayanışacağız, Birbirimizi koruyacağız, mücadeleyi sürdüreceğiz ki bir kişi daha eksilmeyelim.
Elli sene önceki medeni toplum halimize nasıl gelebiliriz?
Elli sene önce gerçekten medeni bir toplum var mıydı? Kadınlara dönük müdahaleler tarih boyunca hep var olageldi. Dolayısıyla ataerkil kapitalist sistem var olduğu sürece de kadınlar açısından eşitlik ve özgürlük mümkün olamadı. Dolayısıyla bu sistem son dönemde var olmadı diyebiliriz. O nedenle mücadelemizi çok kapsamlı bir biçimde ataerkil kapitalist sisteme karşı sürdürmemiz gerekiyor.
Biriyle tanıştığınızda “Acaba bu kişi bana zarar verir mi?” diye düşünerek temkinli yaklaşıyor musunuz? Ya da sokakta yürürken endişe eden kadınlar gibi korkuyor musunuz?
Artık biz kadınlar açısından yaşamın hiçbir alanı güvenli değil. Elbette insanlara temkinli yaklaşıyoruz. Kaygı düzeyimiz daha yüksek. Kadınlar artık birbirlerine konum göndermeye başladılar. Benim açımdan da önceleri çok daha rahatken son dönemlerde kaygı düzeyim elbette daha yüksek.
Bir kadın olarak şimdiye kadar nelerden vazgeçtiniz, neleri feda etmek zorunda kaldınız?
Biz kadınlar yaşamlarımızda pek çok şeyden vazgeçmek zorunda kalıyoruz. Aslında bize dayatılanı kabullenmek durumunda olduğumuza inanıyoruz. Esas olan bu inancı değiştirmek. Kendi kimliğimizle, duygumuzla, düşüncemizle var olmayı başarabilmek. Aslında vazgeçtiğimiz pek çok şeyinde farkında olmayabiliyoruz. Dolayısıyla bu benim için de geçerli. Bugüne kadar düşündüğümde vazgeçtiğim çok büyük şeyler olmadığını söyleyebilirim ancak çok küçükte olsa vazgeçişlerimiz elbette oluyor.
Son olarak, size kısaca Leyli Sanat Derneği’nden bahsedip bir soru daha sormak istiyoruz. Leyli Sanat Derneği; bireylerin sanat aracılığı ile duygu ve düşüncelerini aktarmasına alan ve fırsat oluşturan, ifade özgürlüğü hak temelli bir sivil toplum örgütüdür. Sizinle söyleşimize vesile olan da bu sayımızın temasını oluşturan “Hak ve Gece”. Hak kavramını insanî değer boyutunda ele alırsak bize neler söylemek istersiniz? Leyli-Der gönüllerine mesajınız ne olurdu?
Hak kavramı elbette çok uzun uzun üzerine konuşmamız gereken bir konu. Burada konudan da hareketle diyebilirim ki en temel insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları için daha fazla mücadele etmeliyiz. Ancak hakları elde etmek tek başına yeterli değildir. Haklarımızın yaşamsal olması gerekir. Bugün de yasalarda pek çok hakka sahibiz ancak yaşam içerisinde yansımasını bulmadığını görüyoruz. Dolayısıyla çok fazla mücadele alanımız var. Her birimiz bulunduğumuz her alandan daha fazla söz söyleyebiliriz. Daha fazla mücadele, itiraz ve direniş ile kazanan biz kadınlar olabiliriz.
Şevin Semiz